Kent içinde sanat için alan ayırmak mümkün müdür? Kentlinin bu alanı deneyimlemesini sağlamak kolay mıdır? Peki kentli ile sanat alanı arasında nasıl bağ kurulabilir?
Nitekim tüm bu soruları Dolapdere için ele almış bir yapı ARTER. Koç Vakfı’nın İstiklal’de bulunan ARTER yapısını Dolapdere gibi şehrin oldukça sorunlu, çok hızlı bir şekilde yapılaşmakta olan bir bölgeye taşımasının sosyolojik ve toplumsal boyutu oldukça umut verici. ARTER’den önce aynı aks üzerinde bulunan Pilevneli ve Dirimart için de aynı şeyleri söylemek mümkün.
Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor serisinde bir tasarım yaparken, Bir yapı kurarken bağlama, yerelliğe dikkat çekiyor Han Tümertekin. ‘Yerine ve tam o noktaya ait olma’ tasviri onun en büyük gayesi denilebilir.
Tümertekin’in bu mottosunu ARTER bağlamında düşündüğümüzde ortaya göreceli birçok soru çıkıyor.
Grimshaw’ın tasarımı olan yapı yerelliği yansıtıyor mu? Kültürel izler taşıyor mu? Yapının bulunduğu cadde, tasarımcıya neler söylüyor?
Han Tümertekin’in aynı proje için tasarladığı müze yapısı, caddeyi içine alması ve bina içindeki dolaşımı cepheye yansıtması konusunda oldukça iyi. Bir şeylerin dert edinildiği apaçık kendini gösteriyor.
Uygulanan yapı için ise ‘tipik, içe dönük müze yapısı’diyor Tümertekin. Bana göre bu tanımında oldukça da haklı.
İki yapının da ayrı ayrı çok başarılı olduğu noktalar mevcut fakat uygulanan yapıda belki de istemsizce kentli ile sınırların oluştuğuna inanıyorum.
Tümertekin’in tasarımında yapı içine girilmese de ikili yapı arasına kurulan yollar ve dışa dönük cephe ile kentliye bir müze gezintisi, deneyimi sağlanmıştır.
Grimshaw’ın tasarımında ise, yapının dışı ile içinde çok farklı deneyimler yaratıldığı gözlemlenebilir. Yapı, içinde gezildiğinde katlar arası bağlantılar, zengin işlev, renk ve dokuları, esnek tasarımı dikkat çekiyor. Ancak eğer dışarıdaysanız, yalnızca Geleneksel Osmanlı Mimarisi’ne gönderme yapan, geometrik şekillerden oluşan bir cephe ile karşı karşıyasınız. Ayrıca aranızda su ögesinden oluşan bir sınır var. Öncelikle onu aşmalısınız. İşte bu noktada soruları tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum:
Yapıda yerellik, yerine aitlik nasıl sağlanır? Yapı, çevresiyle nasıl etkileşime geçer?
Şüphesiz ki ARTER, inşa edilmeden önce de bölge halkı ile sürekli iletişim halinde olmuş, onların istek ve önerilerini dikkate almıştır. Bir çok kaynakta da ‘İyi Bir Komşu’ olma eğiliminden bahsedilir. Komşuluk, bir arada yaşamak mıdır? Çevresine kendini beğendirebilmek midir?
Öte yandan ARTER’in birbirine açılarak bağlanan mekanlardan oluşan yapısı, ‘akışkanlık’ ilkesine gönderme yapıyor. Yapıya girmeden önce yanında kendinizi ne kadar küçük hissetseniz de içeri girdikten sonra yapıyı öğrenmeye, benimsemeye başlıyorsunuz. Sergiler arasında gezinirken acele etmek istemiyorsunuz. Nereye gideceğinizi düşünmeye gerek kalmıyor. Çünkü mekan sizi yönlendiriyor.
Yapının dış ile bağlantısı büyük pencerelerle sağlanmış. Bu pencereler sayesinde Dolapdere’yi görüyor ve dışarıyla bağ kuruyorsunuz.
Sonuç olarak ARTER’in komşuluk, yerellik ve yerine aitlik konularında avantajı olduğu kadar dezavantajı da mevcut. Belki de bu konuda Han Tümertekin’i dinlemeli, kültürel izlere önem vermeliyiz. Soru sormalı, mümkünse bu soruları teke indirgemeli ve o tek sorunun cevabını aramalıyız. Böylece temsiliyet, doğal olarak proje aşamasında ortaya çıkacak, mekanın işlevsel doğası ve ruhu kendini gösterecektir. Biz çaba göstermeden aidiyet kendiliğinden yer alacaktır.
Comments